Neden Doğaya Dönmeliyiz?

Ekolojik Tasarım Nedir?

Ekoloji; insanı, çevredeki canlı ve cansız bileşenleri ve bunlar arasındaki etkileşimleri inceleyen bilim dalıdır. Daha samimi bir ifade ile ekoloji; bir arayış, bir keşif yolculuğudur. İnsan olarak özümüzü anlamak üzere çıktığımız bu yolculukta uçsuz bucaksız DOĞA ise can yoldaşımızdır. Kadim kültürlerin tamamı ilhamını insan ile doğa arasındaki öğrenci – öğretmen ilişkisinden alır. Çünkü asırların deneyimi, insan olarak ihtiyaç duyduğumuz her şeyin doğada mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Beslenme, barınma, sağlık gibi en temel ihtiyaçlardan; insanlığın gelişimi açısından elzem olan en üst düzey entelektüel gereksinimlere kadar her şeyin örneğini, rehberliğini teşkil eder DOĞA. Doğaya DönüşPeyzaj Planlama ve Tasarım ekibi olarak biz, kusursuz dengeler üzerine kurgulanmış olan ve çok sayıda bileşeni ve sistemi barındıran bu sonsuz kaynağın uzattığı eli tutmaya çalışıyoruz. Planlama ve tasarım çözümlerimizi bu iş birliğinden elde ettiğimiz deneyime dayalı olarak üretiyor, DOĞA ANAnın şefkatli kollarına sığınıyoruz.

Doğa ve Sanat Arasında Nasıl Bir Bağ Var?

Stulginsky, SANATDOĞA ilişkisini çok güzel özetlemektedir. Ona göre SANAT, her şeyin içinde en mükemmel olanı aramak ve ifade etmeye çalışmak demektir. SANATın amacı, doğada yer alan tanrısal güzelliğin bir bölümünü insan hayatının içine getirmektir. SANATın görevi, insanı güzelliğin idrakine yakınlaştırmaktır (Çev: Anjelika Akbar, 2021). Bu bağlamda Doğaya Dönüş Peyzaj Planlama ve Tasarım ekibi olarak, estetik arayışında da SANATın en büyük ilham kaynağı olan DOĞAnın rehberliğine güveniyoruz.

İklim Değişikliği Gündelik Yaşantımızı Nasıl Etkiliyor?

Gezegenimizin ana gündem maddesi halini alan “KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ” özellikle insanların gereksinimlerini karşılamak üzere çevreye yapılan müdahalelerin neticesinde ortaya çıkmaktadır. Artan nüfus yoğunluğuna bağlı olarak büyüyen plansız kentleşme sorunu beraberinde, su rejiminin bozulması, erozyon, sel, kuraklık gibi felaketlerde artış, yeşil alanların ve doğal yaşama ortamlarının hızla tahribatına bağlı olarak biyolojik çeşitlilikte azalma, yaşam kalitesinde bozulma ve tüm bunlarla birlikte iklim koşullarında değişiklik gibi problemleri de getirmektedir. Toprak-hava-su kalitesinin bozulması, toprak verimliliğinin azalması, ekstrem doğa olaylarının yaşanması (aşırı yağış veya uzun süreli kuraklık vb.) gibi göstergelerle gün yüzüne çıkan bu sorunların önlenmesi, dengelenmesi ve hatta geriye çevrilmesini Doğaya Dönüş Peyzaj Planlama ve Tasarım ekibi olarak en temel görevlerimizden biri olarak görüyoruz.

Sürüdürülebilirlik Neden Önemlidir?

Ortak Geleceğimiz (Our common future) olarak gündeme gelen Brundtland Raporu’na (1987) göre SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılamalarını tehlikeye atmaksızın bugünün ihtiyaçlarını karşılamak demektir.

Julian Rose (2014) ise hatırlattığı bir Kenya Atasözü ile SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK kavramının en sade ve anlaşılır tanımlamasını yapıyor: “Yeryüzüne iyi davranın; o bize atalarımızdan miras kalmadı, biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık”. Biz de Doğaya Dönüş Peyzaj Planlama ve Tasarım ekibi olarak yeryüzüne iyi davranarak ve aldığımız emaneti en iyi şekilde koruyarak gelecek nesillere aktarmamızı sağlayacak çözümler üretmeye çalışıyoruz.

Sürdürülebilirliği sağlamada en temel konulardan birisi doğal kaynaklarımızı nasıl yönettiğimizle ilgilidir.

Su Yöntemi Neden Önemlidir?

Gezegenimize hayat veren en temel kaynaklardan biri olan su, gezegen yüzeyimizin 2/3’sini teşkil ediyor, ancak nitelikli kullanım suyu olarak değerlendirildiğinde bu kaynağın sandığımız kadar bol olmadığını görüyoruz. Öyle ki yerküremizdeki su kaynaklarının yaklaşık olarak sadece %3’ü tatlı su. Bu miktarın %68,7’si buzullarda ve karlarda hapsolmakta, %31’i yer altı suyu ve %0,3’ü yer üstü suyu konumunda yer almaktadır. Dünyadaki suyun ancak %1’inin içilebilir su olarak bulunduğunu göz önünde bulundurursak, temel yaşam kaynağımız olan bu hazinenin aslında ne kadar hassasiyetle kullanılması ve korunması gerektiğini anlayabiliyoruz. Dicks (2008) bir insanın ortalama olarak suya hangi amaçlarla ihtiyaç duyduğunu tespit etmiştir. Bu tespite göre bir birey ortalama olarak tükettiği suyun,

  • %0,2’sini içmek için,

  • %4,2’sini yıkanmak, yemek yapmak, temizlik ve tuvalet için,

  • %30,6’sını imal edilmiş ürünler için (araba, bisiklet, TV vs yani sanayi için),

  • %65’ini ise yiyecekler için kullanmaktadır.

Bu rakamlar bize suyun daha ziyade sanayi ve tarım gibi faaliyetler için kullanıldığını ve pezaj planlama ve tasarım kararlarında su yönetimi konusunda ne kadar hassas davranmamız gerektiğini göstermektedir.

Özellikle kentleşmeye bağlı olarak gelişen kuraklık, ani hava değişimleri, erozyon gibi olumsuzlukların kontrol altına alınabilmesi, sürdürülebilir sistemlerin devreye sokulmasını gerektirmektedir. Nitelikli ve kullanılabilir su kaynaklarının giderek azaldığı gerçeği, sürdürülebilir su yönetiminin özellikle toprak- bitki- su ilişkileri bağlamında ele alınmasını gerektirmektedir. Sürdürülebilir su yönetimi, geleneksel çözümlemelere göre; biyolojik çeşitliliğin artması, küresel iklim değişikliğinin azaltılması, ekolojik bütünlüğe katkı sağlanmasında çevreye uyumlu çözümler üretmekte ve bu nedenle Doğaya Dönüş Peyzaj Planlama ve Tasarım ekibinin benimsediği öncelikli konular arasında yer almaktadır.

Biyolojik Çeşitlilik Neden Önemlidir?

Batıdan doğuya Avrupa ile Asya; kuzeyden güneye Karadeniz ile Akdeniz arasında bir köprü teşkil eden Cennet ülkemiz, bu ayrıcalıklı coğrafi konumundan ötürü zengin bir çeşitlilik de barındırmaktadır. Bu konum, kültürel anlamda çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış aynı zamanda canlı ve cansız varlık çeşitliliğini de zirveye taşımıştır. Öyle ki tüm Avrupa’nın sahip olduğu yaklaşık 13.000 bitki türü ile kıyaslandığında, yaklaşık 12.000 farklı bitki türünü barındıran ülkemizin biyolojik çeşitlilik potansiyeli daha iyi anlaşılmaktadır. Endemizm yani sadece belli bir coğrafyada yetişen türler bakımından değerlendirdiğimizde ise ülkemize ait yaklaşık 3.700 endemik bitki türü varlığı, tüm Avrupa’nın yaklaşık 3.000 endemik bitki taksonuna üstünlük kurmaktadır. Bu çeşitlilik gerek yaşama ortamlarına gerekse hayvanlar alemine de yansımakta ve ülkemizi bu anlamda son derece stratejik bir konuma getirmektedir. Kültürleri ve doğal ortamları sıkı sıkıya birbirine bağlayan ülkemiz başta kuşlar olmak üzere göç eden hayvanlar için de önemli güzergahlardan birisidir. Tüm bu karakteristik yapılar sayesine ülkemiz, biyolojik çeşitlilik bakımından kritik ve önemli bir konumda yer almaktadır. Özellikle mekânsal planlama ve tasarımla ilgilenen meslek gruplarının üzerinde hassasiyetle durması gereken bu önemli potansiyel, Doğaya Dönüş Peyzaj Planlama ve Tasarım ekibi olarak bizim önceliklerimiz arasında yer almaktadır. Planlama ve tasarım kararlarımızı, “biyolojik çeşitlilik potansiyelini nasıl destekleriz?” ve hatta “nasıl geliştiririz?” sorularına cevap arayarak şekillendiririz.

Barınma Çözümlerimizin Çevreye Etkisi Nedir?

Özellikle kentsel peyzajlarda, insanın barınma ihtiyacını karşılamak üzere ekosistemdeki diğer canlılar gibi döngülerin parçası olmak yerine kendini üstün görmesi, çoğu zaman sürdürülebilir olmayan müdahaleleri beraberinde getirmektedir. Doğaya baktığınızda dik açı göremezsiniz. Mutlak simetri yoktur. Her şey özgün ve logaritmik-oransal algılar üzerine kurulmuştur. Yani Öklid geometri değildir doğayı şekillendiren. Değerli sanatçı Niki de Saint Phalle (2002), şekil ve biçim algısını aktarırken adeta “Doğal Topoğrafyanın” da tanımını yapar gibidir:

Ben yuvarlağı seviyorum, kıvrımları, dalgaları. Dünya yuvarlaktır, dünya bir göğüstür. Dik açıları sevmiyorum. Dik açılar beni korkutuyor. Dik açı beni öldürmek istiyor. Dik açı bir bıçaktır. Dik açı cehennemdir. Simetriyi sevmiyorum. Ben kusurlu olanı seviyorum. Dairesel hatlarım asla tam yuvarlak değildir. Böyle olmasını istiyorum. Mükemmeliyetçilik soğuktur. Kusurlu olan hayat verir. Hayatı seviyorum.”

Hatta bu algısıyla Almanya, Hannover Herrenhausen’de bahçe sanatı tarihi açısından Barok tarzının en güzel örneklerinden olan “Herrenhäuser Gärten” içerisinde gerçekleştirdiği “Oyuk” (die Grotte) tasarımıyla dik açılara ve Öklid geometriye meydan okumaktadır. Bu sanatsal yaklaşımın topoğrafyayla olan ilişkisine dönecek olursak, doğal topoğrafyanın da dik açıları sevmediğini söyleyebiliriz. Doğa içerisindeki akışlar ve bu akışlar arasındaki ahenk, genelde mutedil geçişlerin ürünüdür. Geçişler rijit olmaya başladıkça doğa adeta öfkelenmeye ve tepki vermeye başlar. Bunun en güzel örneğini insanların başta barınma ihtiyacını karşılamak üzere meydana getirdikleri yerleşim alanlarında görüyoruz. De Saint Phalle’nin tutkusunun aksine, yapılar ve dolayısıyla yapıların oluşturduğu kentler, dik açılar ve Öklid geometri üzerine kurgulanmaktadır. Çoğu geometrik prizma formuna sahip olan ve göğe yükselme yarışı içerisindeki yapılar ve yine geometrik şekiller oluşturarak bu yapılar arasında ulaşımı sağlayan yollar bir araya geldiğinde, yapay bir topoğrafya ortaya çıkmaktadır. Bu topoğrafya, doğal haline nazaran daha dik açılara, daha yüksek eğim derecelerine, yapay rüzgâr ve gölge koridorlarına sahiptir.

Yapı adası ölçeğinde bakıldığında, yapay topoğrafya oluşumu, yağış sularının doğal akışını değiştirmesi nedeniyle su rejimini bozmakta, doğal rüzgâr yönlerini dik açılarla kırmak suretiyle ani olarak değiştirmekte ve rüzgâr koridorlarının, suni girdapların oluşmasına neden olmakta, arazi bakılarına bağlı doğal güneşlenme açılarını bozmakta ve gölge koridorları oluşturmaktadır.

Doğanın Güzellikleri ile Hayallerinizi Birleştirerek Hayatınıza Dokunalım

Hayatınıza doğanın güzellikleri ile dokunuşlar yaparak daha kaliteli ve konforlu bir yaşam sürmenize yardımcı olabiliriz.

 
Scroll to Top